Siyaset Nasıl Bir Şeydir ? : Bir İsveç – Türkiye kıyaslaması…

Standard

« Seçme » hak ve gücümüzün bilincinde miyiz ?

©Nazmiye Halvaşi

Siyasî partiler her zaman en büyük ve en güçlü sivil toplum hareketi olmuş, örgütlenmelerdir.
Toplumsal sorunlara kafalarını yoranlar ; donanımları icabı, çözüm üretebilme yetisini kendisinde görenler, siyasî partilerin içinde yer alıp, varlıklarını göstererek kendilerini ifade ederler.

Bilinçli ve eğitimli toplumlarda siyaset başka bir düzlemde yapılır !

Gelişmekte olanlarda ise farklıdır…

İçinde yaşadığınız toplumun sorunlarına « bencilce » davranmayıp, umursamazlık etmiyor, sırtınızı çevirip bildiğiniz, inandığınız yolda sadece kendi çıkarlarınızı düşünerek, ilerlemiyorsanız ; kendi çizginize yakın veya koşutsal bir sivil toplum örgütünde yer almalı ve de sadece « boy göstermek » ile de kalmayıp, konuşmalı, kendinizi ifade etmeli, çözüm üretmeli yahut üretilen çözümlerin, toplumun bireylerine, diğer deyişi ile vatandaş sıfatını taşıyanlara yansıtılmasında, ulaştırılmasında, iletilmesinde aracı rolü üstlenmelisiniz !

İşte, bunun en etkili olduğu alan ‘siyaset’tir…

Siyaset yapma kararı almış kişinin, « üretici » olabilmesinde dikkate alacağı en önemli unsur ; toplumdaki « rolü »nün ne olduğu değil, üstlendiği rolü en etkili biçimde toplumun hizmet götürmede nasıl oynadığıdır !

Bir çiftçi, bir marangoz, bir aşçı, terzi, ev kadını da siyasetçi olmak istemiş ve tüm engelleri aşıp, olabilmiş ise ; en azından siyasî eğitim almış, tecrübe kazanmış ve bu alanda « kariyer » yapmış siyasetçiler kadar önemli ve değerlidir !

Parlamento (Meclis) bir toplumun vekillerinden, temsilcilerinden kuruluyorsa ; o toplumun temellerini oluşturan her kesimin temsil edilmesine fırsat verilmeli ve uzanan yolun da herkese açık olmasını sadece sağlamakla kalınmamalı, aynı zamanda bireyler özendirilmelidir de !

Şimdilerde, kamuoyunun odak noktalarından birini de, kadın ve engelli adaylara pozitif ayrımcılık yapılması tartışmaları oluşturmaktadır !

Dahası, partiler, toplum içinde « yıldızlaşmış » isimleri, aday listelerine taşıma çabalarında kıyasıya rekabet içindedirler.
Seçmenlerin duygusallığını istismar etme yoluyla bu tür oy avına çıkma « politikası »nın ne kadar « sağlıklı » sonuçlar verdiğini, yakın tarihimizdeki örneklerde görmedik mi, yaşamadık mı ?!

Yaşamının bir bölümünü İsveç’te de siyaset yapmış biri sıfatıyla ; ülkem ile mevcut anlayış farkının yarattığı uçurumun derinliğini bizzat görme ve yeni deneyimler kazanma şansım oldu.

İsveç’te yaşadığım süre boyunca ; kadın-erkek eşitliği, insan hakları, çevreye verilen değer ve gösterilen itina ile demokrasi anlayışı gibi bir çok konuyu, toplumsal sorunların üzerine nasıl gidildiğini, çözümler üretme yöntemlerini hem öğrenme hem de kendi ülkemle kıyaslama çalışma ve çabalarıyla günlerimi geçirdim

Dünya’nın en gelişmiş ve yukarıda bazılarını sıraladığım alanlarda kimi vakit örnek gösterilen bir ülkede…

Kendi ülkem açısından belki acıdır ama ; gerçek olan husus, İsveç’te, siyasetin, kişisel hırslarından arındırılmış bireylerce ; hak edenlere bırakın parlamentoya veya yerel yönetimlere uzanan yolların açılmasını, tam tersine teşvik edilmesine büyük önem verildiğini saptamış olmamdır !

Siyaset, « kadın » veya « erkek »lerin Roma gladyatörleri benzeri birbirlerine üstün gelebilmek için çıktıkları bir « arena » değil ; tam tersine, siyaset yapmak, toplumsal sorunlara çözüm üretmek, üretme çalışma ve çabalarına etkili katkıda bulunmak isteyen « adaylar »ın toplum önünde kendilerini ifade ettikleri, seçmenleri ikna edecek programlarla önlerine çıktıkları, kimi vakit kapı kapı dolaştıkları bir « süreç »tir !

Sonunda, seçmenin gözünde, oy verilmesini hak eden doğru kişi olduğuna ya karar verilir, parlamentoların (ulusal veya yerel) kapısı onlara açılır ; ya da yeterince ikna edemediği, inandırıcı olamadığı, seçimi kaybetmesiyle anlaşılır !

Daha da öteye ; iş seçilmekle bitmemektedir ! Vaadlerini tutamayan, icraatında yanlışlar yapanların önünde iki seçenek vardır ; istifa etmek ya da bir sonraki seçimde seçmenlerin gazabına uğrayıp, siyasetten uzaklaşmak.
Cünki, siyaset alanındaki ayrık otlarını bizzat toplum, seçmenler ayıklamaktadırlar.

Toplumun ve oy kullanma hakkına sahip bireylerin aslî görevi seçmektir.

Ama önüne geleni, şu veya bu alanda « şöhret » olup toplumca sevileni değil !
Eğer, ünlü bir ses sanatçısı, kendi kesiminin sorunlarına çözüm üretmek için milletvekili olmak istiyorsa ne âlâ ! Seçmeni adıyla ve ünüyle değil ; programı ile ikna etmek zorundadır.

Toplumun ve seçmenlerin aslî görevlerinden bir diğeri de, doğrudan siyasi partilerin liderlerini, genel başkanlarını, önderlerini ilgilendirmektedir. Siyasi partinin başına geçmiş kişide toplumsal önderlik vasfının bulunduğuna, doğru kişi (parti için biçilmiş kaftan) olduğuna yine toplum fertleri karar vermektedirler.

Ancak, unutulmaması gereken önemli bir başka husus da ; toplumun doğru seçim yapabilmesinin yolunun eğitim düzeyinin yüksekliğinden, bilgi birikiminden geçmesidir.

« Rantçı » sistemin eteğine tutunup, fareli köyün kavalcısı gibi arkasına takılıp gitmesinin, ülkesini nerelere götürebileceği gerçeği de bilinçlere işlenmiştir. Adım atmadan önce ya kendisi oturur düşünür, değerlendirir ; ya da katılımcısı olduğu partisinin, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri onları doğru bilgilendirerek, nihaî tercihlerini yapıp, kararlarını almalarında yardımcı olurlar !

« Şeffaflık » ortamında…

İyi de, böyle bir siyaset düzeni İsveç’de nasıl kuruldu ve aksamadan işliyor’ diye kendi kendime ayak bastığım ilk günlerden başlamak üzere hep sormuş ve yanıtlar aramak için çaba göstermişimdir !
Öyle ya, İsveç, akşamdan sabaha en ileri demokrasilerden biri olarak örnek gösterilenler sınıfının ilkleri arasında « karne »sini pekiyi derece ile almadı ki !

Vardığım sonuç şu olmuştur :
Sadece siyasetin değil, yaşamın her alanının « rant » ve « rantçı » sözcüklerinden arındırılmış olduğu gerçeğinin hüküm sürmesidir !
Belki de bu tanımlar, sözlüklerinde bile hiçbir zaman yer almadı !
Üstelik, « rant » sözcüğü sadece ekonomik kazanımı da ifade etmiyor ! Kendi ülkemdeki gibi benzeri devletlerde, siyasetçinin elde ettiği « makam », kimi vakit « çivi çakmış »casına yıllarca oturduğu « koltuk » ve de bu konumundan dolayı kendi kendisine kazandırdığı (çevresindeki şakşakçılarının da desteğiyle elbette…) bir « güç » var ki ; konumu icabı, toplumun hizmeti ve çıkarları için orada olduğunu unutturuyor ve de her kesimden vatandaşa tepeden bakma hakkına sahip « erk » olduğuna inanıveriyor !

Sokakta yürürken bile, karşıdan gelen vatandaşın ikiye bükülüp, önünü iliklemesini beklettiriyor !

Vatandaşa kafasını çevirip, ‘bir sorunun var mı arkadaşım ?’ diye sormaya kalkışması bile ona « zul » geliyor. Zira, « makam » ve « koltuk » başını döndürmüştür ; geçmiş lider örneklerini taklit etmesi gerektiğine inanmıştır ve de bu « güç »ü kaybetmemek için de « herşey »i yapmaya hazırdır !

« Rant »ın ekonomik boyutu ise, akıl almaz derece « doğallaştırılmış » ve de ‘siyaset erkini eline alan mutlaka rant elde etmeli ve de yandaşlarına/şakşakçılarına da bu ranttan pay vermelidir’ inancını hâkim kılmıştır !

İsveçe dönecek olursam ; bir marangoz son derece başarılı bir milletvekili ve hatta bakan bile olabiliyor !
Öyle ya, bir marangozun ve çalıştığı sektörün sorunlarını bir profesörden bekleyecek değiller ya !
Ünlü bir profesör sonra da siyasetçi olmuştur ; ancak, belki hayatında bir tahta dahi kesmemiştir, denemiştir, testere ile elini yaralamış, deneyip, denediğine kahretmiştir !

İsveçli bu hatayı işlemiyor !

Parlamento çatısı altında toplumun farklı renklerinin temsilini sağlıyor…

Doğru olanı da bu değil mi ?!

Bir profesörün üreteceği bilimsel çözümleri de çiftçisinden beklemiyor.

Daha da öteye ; « erkek » şiddetine, fiziksel, cinsel, duygusal ve ekonomik olarak maruz kalan kadınların sorunlarının, erkekler tarafından çözülmesini dahi aklından geçirmiyor!

Siyasetçi – toplum/seçmen ilişkilerinde, ülkemiz sıcak günler yaşıyor.
Umuyor ve diliyorum ki ; siyasi partiler doğru isimlerle, toplumsal önderlik vasfına sahip olanlarla, toplumun bütün renkleriyle ve kendi ideolojileri doğrultusunda, gerçek çözüm önerileri ile halkın karşısına çıkarlar.

Elbette ; burada, sandık başına gidecek seçmenlere de büyük bir görev ve sorumluluk düşmektedir !

Öncelikle içinde yaşadıkları süreci iyi değerlendirmeleri gerekmektedir !

En değerli haklarından birini doğru kişiler için kullanmalıdırlar.
Çünki, gelişmiş ve her alanda güçlü bir ülkenin bireyi olma tadını tatmak ve bu « lezzet »in kıvamını bulmasında ‘bende katkıda bulundum’ diye övünç duymak, kendi ülkemin insanının da en doğal hakkıdır !

Bunu herkese kanıtlayabilmesi açısından da 12 Haziran büyük bir fırsattır !

Herkese iyi bir Pazar günü diliyorum.
Her nerede yaşıyorsanız…
Sevgi, saygı ve dostluk duygularımla…
Ankara, 3 Nisan 2011

Elektronik posta adresim.

Leave a comment