Her bir şehit haberi geldiğinde oğlu askerden yeni dönmüş bir annenin kapıldığı hissiyat…

Standard

Depremler oluyor, volkanlar patlıyor anne yüreğimde…

©Nazmiye Halvaşi

Bilmem size de olur mu ? Bazen bir durum karşısında umutsuzca kalırsınız.

         Bunu düzeltmek çok zor, yeni baştan yapmalı!

         Bunu istesen de, çabalasan da bozamazsın !

Gibi düşüncelere kapılırız/kapılırsınız…

Fazla mı karmaşık oldu yukarıdaki satırlar !

Açayım öyleyse…

Ülkemizde çokça karşılaşabileceğimiz kurum hastahanelerini, sağlık ocaklarını düşünün. Her tarafı pislik içindedir. Oysa mikrop, bakteri, virüs « üremesini » önlemek için hijyen/hıfzı sıhha, olmazsa olmaz şarttır !

Değil mi ?

Üstelik binalar eskidir, bakımsızdır…

Bu içler acısı « düzen »in bir de yönetenlerince belirlenmiş « düzenler »i bulunmaktadır ! Sizler işlemediğini görür ve tepkinizi gösterirsiniz ; düzen « tesis » edenler ise işlediğini sanırlar ve hayrete düşürürler  sizi.

Çözümsüzlük âdeta kabullenilmiştir. Düzen kanıksanmıştır ve kafalarını kesinlikle takmazlar bu tür çarpıklıklara. Çözmek için gayretlerini beklemek mi ? Deveye hendek atlatmak belki de daha kolay olacaktır !

Yolum zorunlu olarak düştüğünde böyle yerlere, umutsuzca bakınırım çevreme.

         Bu mekânı temizlemek, düzene koymak neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Yıkıp yeni baştan inşâ etmek daha akılcı bir yaklaşım olacaktır. Veya bina sağlam da, iç düzen tehlike işâretleri gönderiyorsa, boşaltıp tümden tadilatını yapıp, yenilemek çözüm olacaktır.

Bulunduğum yerin koşullarına göre daha bir sürü fikir ve düşünceler sarmalar beni.

Bir de tam tersine bir duyguya sürükleyen mekânlarda bulursunuz kendinizi ! Beş yıldızlı otel tadında veya daha küçük olmasına karşın kendinizi huzurlu hissettiğiniz yerler. Girdiğiniz hastahanede her yer pırıl pırıldır, itina ile temizlenmiştir ve hijyeniktir. Toz konmasın diye görevliler âdeta nöbet beklemektedirler, kirlenmeye asla fırsat vermemektedirler.

Saat gibi işleyen bir sistem…

Böylesi mekânların oturmuş düzenlerinin, – idarecilerinin ciddiyet ve sorumluluk sahibi olmalarından dolayı – asla bozul(a)mayacağını, kirlenmeye ve düzensizliğe terk edilmesinin mümkün ol(a)mayacağını düşündürür insana !

Yukarıdaki benzer duyguları, kentlerin temizliğine, mimarisine, yönetim anlayışlarına bakınca da hissederim, düşünceye kaptırıveririm kendimi.

Bu kenti daha nasıl temiz ve kişilikli hale dönüştürebilirim, diye sorularıma yanıtlar aradığım anlar olmuştur. Umutsuzluğa düştüğüm kentlerde bulmuşumdur kendimi !

Bu kent iyi yönetiliyor, asla kirlenmez, düzeni bozulmaz, mimarisini değiştirmeye kalkmak abesle iştigal olur, dediğim zamanlar da olmuştur.

Sizler de benim gibi düşüncelere kapılıyor musunuz bilemiyorum. Bildiğim tek şey var, o da uzunca bir giriş yaptığımdır !

Zaman zaman İsveç – Türkiye kıyaslaması içeren yazılarımı okuyanlarınız bilirler. Oralarda, oturmuş bir sistemin/anlayışın ülkenin tamamını yaşanılır kıldığını görebiliyorum. Sonra dönüyorum Türkiye taraflarına, ‘ne ekersen onu biçersin’ diyorum kendi kendime ! Bu ülkede oturmuş sistem/anlayış tamamen farklı olduğundandır ki, yaşadığımız sorunlar mevcuttur.

Biliyorum acı ama gerçek…

Toplumları, varlığını oluşturan bireyler mi tek tek yönlendiriyor, yoksa toplumsal davranışlar mı bireylere yön veriyor ?

İyi de bu bireysel-toplumsal ilişki ve davranış silsilesi nasıl değişir/değiştirilebilir ki ! Bu sorunların mutlaka bilimsel açıklamaları vardır ve bilim adamlarına bırakmalıyız verilecek yanıtlarını.

Fakat…

Politikacıların ve izlenen politikaların toplumsal davranışlarımız üzerindeki etkisinden söz etmemizi de kimse engelleyemez. Nasıl ki, tek bir birey olarak gücümüz/donanımımız ile ölçülü olarak toplum içinde yer edinir ; olaylar, sorunlar, çatışmalar karşısında kendi lehimize şans(lar) yaratırız, ülkeler açısından da durum hiç de farklı değildir !

Bir kez daha tekrarlamak olacak ama, Türkiye, her bakımdan çok önemli bir konuma sahip bir ülkedir.

De !

Niçin, istediğimiz gibi güçlü ve oyunun kurallarını belirleyip uygulatan devlet olamamaktadır ?

Neden, güçlü devletlerin hedeflerine giden yolda « vasıta » olmaktan ileri gidememektedir ?

İşte, bu noktadan yola çıkıp, ülkemin yönetim anlayışına, toplumun beklentilerine ve karşılayacak uygun icraata bakıp, düşündüğümde ; ‘herşeyi yeni baştan yapmak gerekiyor’ umutsuzluğuna kapılıyorum !

Nasıl düzelecek/düzeltilecek ki ?

Neresinden tutmaya kalksanız elinizde kalıveriyor, düşüncesi umutlu olabilmeme set çekiyor.

***

Bu yıl, bahar bitmek üzereyken döndü oğlum askerden. Hayatının 1.5 yılını, diğer milyonlarca genç gibi asker olarak yaşadı. O 1.5 yıl boyunca bir geliri de olmadı. İş ve kariyerinde ilerleme de kaydedemedi. Ailesinin ekonomik desteğine gereksinimi vardı, her asker genç gibi…

Karşılığı ?

Vatana olan görevini yapmış olmak !

Bu görevin ülkeme ne katkıda bulunduğunu, varsa bu katkıdan ne kadar yararlandığını bilemiyorum. Ölçme olanağım da yok ! Çünkü bunu ölçebilecek bir sistem mevcut mu bilemiyorum ! Ama bir anne olarak, oğlumun askerlik yaptığı süre boyunca yaşadığım kaygıları ve tetiklediği travmayı, her bir şehit haberi geldiğinde yeniden yaşıyorum.

Ve…

Kabullenemiyorum !

Aklımda, yüreğimde, beynimde fırtınalar şiddetli kasırgalara dönüşüveriyor bir anda. Deprem içinde buluyorum sanki kendimi…

9 şiddetinde !

Volkanlar uykularından uyanıp, patlamaya başlıyor her şehit haberi okuduğumda, acılı haberleri karşımda bulduğumda !

Kaçış yok bu tür duygulardan, bir anne iseniz, oğlunuz sıcak bölgelerde askerliğini yapmakta ise…

Veya, oğlu sağ ve salim askerliğini tamamlayıp yanıbaşınıza dönmüş ise, bu kez de diğer annelerin ruhu ile birleşiveriyor ruhunuz, düşünceleriniz, kaygılarınız, travmalarınız !

Kaçmaya çalışıyorum, kaçışı olmasa da bu girdaptan ve hobilerimde unutmaya çabalıyorum. Kimi vakit ; sorunsuz, mutlu ve sevinç içinde geçen günlerin anılarına sığınmaya çalışıyorum.

Uzaklaşabiliyor muyum ?

Belki bir parça !

Tamamen hayır…

Tamamen kurtulabilmenin imkânsız olduğunu da farkettiğimde, paylaşmak istiyorum duygularımı sizlerle, benim gibi düşünen, aynı durumda olan başkaları ile…

***

Yönetenler ve yönetilenlerden oluşuyor toplumlar. Siz, kendinizi yöneten olarak görmek istiyorsanız, adaylığa talipseniz ve sürekli çözümler üretip kendi kendinize, üzerinde düşünüyor, mevcut sorunlara çözümler üretmeye çalışıyorsanız,  sorumluluk sahibi bir kişisiniz demektir.

Yöneten olamamışsanız da !

Bir annenin yüreğinde açılan pencereden bakınca ; bugün gelinen noktaya, geçmişte ve günümüzde yapılan onca hatanın, izlenen yanlış politikaların bedelini gencecik evlâtlarınızın ödediğini düşünmeniz ve birer parçaları olan annelerine haksızlık yapıldığı sonucunu çıkarmanız son derece doğaldır. Çünkü, kendi içinde ürettiği savaşın bedellerini, kendi çocuklarına, geleceğin kuşaklarına ödeten bir toplum olduk !

Ne kadar acı değil mi !

Kimi vakit sosyal paylaşım platformlarında veya haberlerde, makalelerde gözlemlediğimiz gibi, « onlar ve biz » ayrımcılığının bizi nasıl bir parçalanmaya sürüklediğini görmezden gelemeyiz.

Kim onlar ?

Kim biz ?

Hepsi bu ülke toprakları üzerinde yaşayan bir yurttaş değil mi ?

Kim, nasıl ve niçin ayrıştırdı bizleri ?

Bugün Somali’de yaşanan açlık felaketi karşısında duyarlılık göstererek yardım eli uzatan bu toplum – ki doğrusu da budur ! – neden kendi ülkesinin azgınlaşan sorunları karşısında duyarsız kalabiliyor ?

İktidarlar, niçin tüm yurttaşlarının ; rengi, dili, dini, etnik kökeni ne kadar farklı olursa olsun, kaygılarını gider(e)miyorlar ?

Erk sahibi kişiler sıfatıyla, sürekli korku içinde yaşayan bir toplumun ruh sağlığının, genel davranışları da olumsuz yönde etkileyebileceğini düşünmekten, hesaplamaktan acizler mi ?

O toplumun bir ferdi olarak, ‘gelecek kaygısı taşıyor musunuz ?’ diye sorduktan sonra ‘evet’ yanıtı verdiğinizde neler hissediyorsunuz, nasıl bir tepki gösteriyorsunuz ?

Tepkinizi nerede ve nasıl yansıtıyor, yöneticilerin dikkatini çekmeye çalışıyorsunuz ?

Sandıkta mı !

Bir sivil toplum hareketi içinde yer alarak mı !

Yoksa…

Sıra size gelinceye kadar susmayı mı tercih ediyorsunuz ?

Bu mudur davranış tarzınız !

Kendinize olsun, dürüstçe « can yakan » bu tür sorulara yanıtlar verebiliyor musunuz ?

***

Bir kez olsun düşleyin !

Ülkenizi yönetenlere, kurum ve kuruluşlara güven duyarak yaşıyorsunuz. Verginizi düzenli ödemeyi siz kendiniz kabulleniyorsunuz, herhangi bir ihtar gelmeden beyanda bulunuyorsunuz, çünkü, size refah olarak geri döndüğünü, çocuğunuzun eğitimi, eğitim sonrası, işi gibi kaygılar taşımanıza yol açmadığının bilincindesiniz. Yaşayarak görüyorsunuz bunu…

Adımınızı attığınız her kapıda insanca muamele görüyorsunuz, kendinizi saygın bir birey hissediyorsunuz. Karşınızdakiler, sizi sürekli olarak birşeyleri ispatlamaya zorlayan kurumların, kuruluşların yöneticileri gibi hareket etmiyorlar. Söylediğiniz her sözü, bulunduğunuz her beyanı « doğru » kabul ediyor bu devlet ! Siz nasıl onun dürüstlüğünden kuşku duymuyorsanız, aklınızdan bile geçirmiyorsanız, o da aynı davranışı sergiliyor.

Yaşlılığınızda, hastalandığınızda ‘ben ne olacağım ?’ türünden kaygı dolu sorularla geçirmiyorsunuz günlerinizi.

Yurtdışına çıkmada güçlükle karşılaşmıyor ve saygın bir ülkenin, o ülkede yaşayan toplumun bireyi olarak ağırlanıyorsunuz gittiğiniz yabancı ülkelerde.

Uyanık ama gözlerimiz kapalı dalıp gittiğimiz bu düşümüzde örnekleri çoğaltmak mümkündür !

Oysa bütün bunlar gerçekleşmesi zor, imkânsız hayâller değil ki ! Çünkü bizlerin « düş » gördüğümüz koşullarda yaşayan toplumlar var. Yönetenleri ‘olması gerekenler’ noktasından yola çıkmışlar da ondan ! Bizler « düş » görürken, onlar yattıklarında renkli rüyalarla huzur içinde uyuyorlar.

Ama…

Biz, kendisi ile savaşan, komşuları ile savaşa sürüklenen bir ülkeyiz !

Atatürk’ün, ‘Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’ ilkesi ile örtüşmeyen politikalar izleniyor. Bu ilkeyi toplum olarak içeride ve dışarıda geçerli olacak şekilde benimsediğimiz, gururla tekrarladığımız, kimi vakit yönetenler ve yönetilenler tarafından unutuluveriyor ! ‘Savaş istemiyoruz !’ diye haykıran toplam nüfus diliminin oranı nedir ? İçeride kan davasını, intikam ve kin duygularını körükleyenlerden nasıl kurtulabileceğimizi düşünmek yerine, yangına körükle gitmeyi mi tercih ediyor, etrafımızı teşvik mi ediyoruz yoksa ?

70’li yıllarda ilk memuriyete başladığımda tanıdığım bir mesai arkadaşım vardı. Kore’de savaşmıştı. Kendisine verilen madalyayı da iade etmişti. Silâhının namlusuna ‘Kim için, ne için ?’ yazan farklı ülkelerden gelmiş askerlerin öykülerini anlatırdı zaman zaman. Sıkça anımsadığım bir söylemi vardı ; ‘Egemen devletlerin büyük çıkarları için koydukları hedeflerin maşası yapılan ülkemin çocukları öldüğünde, her bir cenaze için düzenlenen törendeki konuşmaları yattıkları yerden lânetleyen yine o gencecik yaşında ölen çocuk(lar) olacaktır !’

Bana gelince ! Türkçe, kürtçe, lazca, gürcüce ve daha sayısız farklı dilde yakılan ağıtların artık sona ermesini, erdirecek politikalar izlenmesini talep ediyorum. Dizelerde olduğu gibi ; ‘zenginimiz bedel öder, askerimiz fakirdendir !’ Askerde çocuğu olan, askere gidecek çocuğu bulunan, askerden gelmiş çocuğuna kavuşup, sarılan annelerin yürekleri bir yangın yeridir. Hiç kuşkunuz olmasın. Böyle bir ruh halinde, bozulan toplumun psikolojik yapısının tamiri hiç de kolay olmayacak ve bedelini de ülkemiz ödemeye mahkum kılınacaktır.

Günlerdir yazmamak için frenlediğim duygularım pazar tatili dinlemeksizin beni esir aldı. Bu savaşı da, içine çekilmekte olduğumuz savaş ihtimalini de kabullen(e)miyorum. Durumun düzeltilmesi için nereden başlamak gerektiği konusunda da şaşırmış haldeyim. Umutsuzca düşünüyorum, düşünüyorum, düşünüyorum…

Çünkü, ülkemden de, evlatlarımızdan da, onların aydınlık bir gelecek hayâllerinden de vazgeçemiyorum !

Mutlu olun, mutlu kalın !

Umutlu ve kaygısız bir toplum düşlemekten kendinizi uzaklaştırmayın.

Her nerede yaşıyorsanız…

 

21.08.2011

 

Not :

Bu makaleyi yazmaktaki amacım ; gençleri, ailelerini askerlikten soğutmak değildir. Amacım, bugün çok ağır bedeller ödemekte olduğumuz sorunlarımıza, kendi penceremden baktırmak, düşünmeye sevketmektir ! Barış içinde yaşayan bir ülke hayâl değildir ! Üstelik, bunu talep etmek en doğal hakkımızdır…

 

v Nazmiye Halvaşi’nin ‘Anılar Defteri’nden günümüze aktardığı yazılarını okumak için!

 

v Nazmiye Halvaşi’nin diğer makalelerini okumak için!

Leave a comment